Gece kederinle seni aynı kolunun altına almıştı yine, sımsıkı sarmıştı. Güç veriyordu sana, ‘yanındayım’ diyordu, ‘korkmana gerek yok’… Biliyordun ki bu birlikteliğin vakti dar, güneş doğup alacak seni gecenin koynundan, birazdan. Gülümseyeceksin okula gitmek üzere evden çıkarken karşı apartmandan seni izleyen minik çocuğa.. Ağlayınca gözlerin kızarmazdı ki senin, şişmezdi.. Bir eksiklik olduğunu düşünürdün çoğu zaman ama o gece seviniyordun gözyaşlarını akıtırken güneş doğunca anlaşılamayacak olan ağlamana… Anlaşılmak istemiyordun ki sen, anlasınlar istemiyordun. Küçükken de istemezdin bunu. O zamanlar sebebin başkaydı, sevenlerini üzmemek. Çocuksu saflığınla düşünürdün onları, kendinden çok.. Merdivenleri çıkarken yanmasın istiyordun lambalar kendiliğinden. El yordamıyla, kendi başına çıkmak istiyordun basamakları tek tek, gerekirse düşerek… ama sonra kalkarak.. Hayat da böyle tarif edilmez miydi zaten? ‘Düşmek, kalkmak, dizindeki yaranın sızısına aldırmadan önüne bakmak, yoluna devam etmek..’ O haldeyken aklına gelen şiir de ne tuhaftı:
-Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama…